KİTAP 45 # BEYNİNE BİR KEZ HAVA DEĞMEYE GÖRSÜN - DR. FRANK VERTOSICK JR.

,

BEYNİNE BİR KEZ HAVA DEĞMEYE GÖRSÜN
 ( WHEN THE AIR HITS YOUR BRAIN - TAILS OF NEUROSURGERY )

Dr. Frank Vertosick Jr.

Çeviri: Ender Arkun


Tübitak Popüler Bilim Kitapları
12. Baskı 2013

Tür:  Bilim / Tıp / Popüler Bilim 
272 Sayfa

'' Genel kanının tersine, ameliyathaneler her zaman kalabalık, dramatik ve gürültülü olmazdı. Kahraman bir cerrahın çevresini sarmış melekler korosu da bulunmazdı. Tersine, ameliyathane kişisel bir alışverişin yürütüldüğü inanılmayacak kadar kapalı ve özel bir arenadır: Bir kişinin becerisinin diğerinin yaşam kalitesiyle değiş tokuş edildiği bir yerdir orası. ''

     Nöroşirürji  (neurosurgery) adlı zor okunuşu, beyin ve sinir cerrahisi çevirisiyle kolay okunuşuyla belirtilecek alanda uzman olan Dr. Frank Vertosick Jr.'ın mesleğinde geçirdiği yılları, meslek hayatındaki başarılı operasyonlarından çok başarısız olanları bir aksiyon filmi izliyormuşsunuz heyecanı ve gerilimiyle okuyacağınız, alan hakkında ilginizi fazlasıyla canlandıracak bir kitap. Kitabı okuduktan sonra, henüz üniversiteye hazırlık aşamasındaysanız tıp okumak için, tıpta uzmanlığa geçiş aşamasındaysanız beyin cerrahı olmak için can atma olasılığınız da bir hayli yüksek. Yazarınsa bu mesleği nasıl olup da seçtiği konusunda hala bir fikri yok.

'' Bazı sabahlar uyandığımda, nasıl olup da bir beyin ve sinir cerrahı olmayı seçtiğime şaşarım. Günün birinde, fakir bir üniversite öğrencisi olarak, patates tava satın alabilmek için kanepenin minderlerinin altını karıştırıp düşürülmüş birkaç çeyrek ararken, sonraki aşamada kendimi birinin kafatasının içine bileklerime kadar dalmış olarak görürüm. Bu iki sahne arasında nelerin olup bittiği hala net değildir. ''

    Dr. Frank Vertosick Jr. beyin ve sinir cerrahlığının, insanların en özel ve sıkı güvenlik önlemleriyle korunan beyinlerine ulaşabilme hakkı tanınan imtiyazlı ve kibirli bir iş olduğunu belirterek metnine giriş yapıyor. Beyin ve sinir cerrahlarının bu imtiyazı, beyin gibi hassas ve komplike bir organda gerçekleştirmek zorunda oldukları iş düşünüldüğünde, büyük bir ayrıcalıktan çok her an baskı altında, ölüme karşı yaşamın safında mücadele ettikleri bir savaş olarak karşımıza çıkıyor. Yazar, beyin cerrahisinde, elinde bistüri ile frontal loba girişecek küçük dahilerin olmadığını, her birinin 17 yıllık eğitim sürecinden, hastalık ve ölüm dolu yıpratıcı yıllardan, profesörlerin elinde hırpalanıp zaman zaman da aşağılanmalardan geçtikten sonra bu aşamaya gelindiğini belirtiyor. 

  Yazar; kitapta mesleğin zorluklarını, insanların onlardan büyük çaplı beklentileri ile yapmak zorunda oldukları ve yapabildikleri arasında yaşadıkları yıkımları, dahiliye - cerrahi atışmalarını, hastanedeki hekimler arasındaki askeriye kadar sıkı ve disiplinli hiyerarşiyi, bir insanı yeniden sağlığına kavuşturmanın tarif edilmez hazzını ve yaşadıkları birçok tıbbi olayı aktarıyor. Kendisi ise  gayet mütevazi bir şekilde, öyle pek de olağanüstü olmayan kişisel yeteneklerini anlattığını iddia ediyor; garip cerrahi olaylar veya dehşet verici doktor davranışlarını değil. Tabi bu durum artık cerrahlığın getirdiği olağan durumları kanıksamış yazar için böyle olabilir, bir okur olarak ben ise kitabı çoğunlukla yoğun bir merakla soluksuz ve korkuyla karışık bir hayranlıkla okudum. Hem de 2. kez okumama yani olacakları en başından itibaren biliyor olmama rağmen. 

    Ölüm kalım savaşı sırasında zamana karşı mücadele verilen ameliyat anları, doktorların bu baskı altında titremeyen elleri, ameliyat sırasında meydana gelen ani komplikasyonların işi daha da içinden çıkılamaz hale getirmesine rağmen, soğukkanlılıklarını korumaya devam etmeleri gerçekten takdire şayan. Doktorlar için her ne kadar normal olsa da kitaptaki her bir durum biz okuyucu için birbirinden ilginç: Trafik kazası sonrası kafatası kırılan ve beyinin parçalarının kafatasından taşması ile anılarını ve hatta hayatlarını da bu parçayla kaybeden insanlar; beyninde beyzbol topu büyüklüğünde uru olan ve uru alındıktan sonra akıl sağlığına kavuşan bir kadın; karnında taşıdığı bebeğini kaybetmemek adına kemoterapi görmeyi reddeden, bebeğiyle birlikte kanser hücrelerinin vücudunda büyüme yarışı verdiği bir anne; trafik kazası, ani sarsılma gibi travma sırasında oluşan ödemin büyüyerek kafatasının içerisinde genişleyecek yer bulamaması ve kafatasının beyni koruyan en önemli parça olmaktan çıkıp beynin boğulmasına neden olan bir lanet haline geldiği durumlar; ölen insanların omiriliklerinin 'beyinsi' davranışları nedeniyle kendilerini uyanık olduklarına inandıracak şekilde yanlarındaki kişinin ellerini tutmaları, yakalarına sarılmaları gibi hareketlerde bulunmaları ki bu hareketlere İncil'deki diriltme anektoduna gönderme yapılarak '' Lazarus Hareketleri '' deniliyor.

  Kitapta dünyaca ünlü beyin ve sinir cerrahı aynı zamanda aynı lisede okumuş olmaktan gurur duyduğum Gazi Yaşargil'e de ameliyat sırasında kullanılan 'Yaşargil Maşası' ile atıf yapılmış. Yazar, Andy adlı bir hastası üzerinden '' Down Sendromu '' hakkında da kısa ama detaylı bilgiler vermiş. Bu kısmı önemi, toplumda algılanan birçok yanlış kanıya karşı aydınlatıcı ve farkındalık yaratan bir cevap olması adına alıntılamak istiyorum ;

'' Bizlerin 46 kromozoma sahip olmamız gerekir; 22 çift, cinsiyetle ilgili olmayan kromozom ve cinsiyetle  ilgili iki X kromozomu ( kadınlarda ) veya bir X ve bir Y kromozomu ( erkeklerde ). Ebeveynden her biri, çocuğun toplam genetik havuzunu oluşturan malzemenin yarısını sağlar: bir cinsiyet kromozomunu ve cinsiyetle ilgili olmayan 22 kromozom çiftinden her birini.

İleride Andy olacak yumurtanın oluşumu sırasındaki bir hata sonucunda, annesi ona 21 numaralı kromozomdan bir değil iki kopya vermişti. Bir adet kromozom 21 de baba tarafından  sağlanmış olduğundan, Andy, genetik DNA planında normalde bulunması gereken iki kromozom 21 yerine üç kromozom 21'e sahip olmuş, böylece '' Trizomi 21 '' adı verilen bir durum ortaya çıkmıştı.''


     Ayrıca yazar, bu durum için Trizomi 21 teknik teriminin hala en genel kullanılan terim olduğunu; zira  Dr. Down'ın soyadı ile anılan Down Sendromu terimindeki ''Down'' kelimesinin anlamı gereği ( Bkz. Aşağı ) bazı kesimlerce batının ırkçı ve aşağılayıcı bakış açısının bir sonucu olarak görüldüğünü belirtmeden de geçmemiş. 

( Araya reklam gibi girmek olmasın ama Ankara'da Cafe Down adlı Kızılay'da Atatürk Bulvarının üzerinde çok güzel bir kafe var. Down Sendromlu arkadaşlarımıza destek olmak adına gidiniz efenim. )

   Kitapta eski Yunan mitolojisine atfen ismi konulan, düşmanınızın dahi başına gelmesini istemeyeceğiniz bir hastalık var ki ismi bile ne kadar kötü olduğunu tahmin etmenizi sağlıyor ; '' Ondine'nin Laneti ''. Hastalık soluk alma merkezinin bulunduğu alt beyin sapında, medullada meydana gelen bir felcin sonucunda ortaya çıkıyor. Normalde soluk alma eylemi bilinçli ya da biz uyurken bilinçsiz şekilde gerçekleşir. Eğer beyinde solumayı denetleyen merkezde sorun varsa, otomatik olarak soluk alınamaz, her nefes alışın düşünülerek yapılması gerekir. Solumayı düşünmediğinizde ise solunumunuz durur. Kısaca artık uyurken soluyamıyorsunuz. Mitolojide ise Ondine, tanrıları kızdıran bir peri ve Zeus tarafından her soluk alışverişini düşünerek yapma cezasına çarptırılıyor. Bu bir daha hiç uyuyamayacağı anlamına geliyor, tabi aynı zamanda uyursa öleceğini anlamına da.

    Amerikalı yazarın İngiltere'de mesleğini sürdürmek zorunda kaldığı bir dönem var ki bu kısımda yazar Amerika'nın sağlık personelinin makinelere fazla bağımlılığını, hastanın çok boyutlu kişiliğinin, hayatının vs. gözardı edilmesini eleştiriyor ;

'' Bir film üzerindeki MR görüntüsünü ameliyat ediyordum, bir insanı değil. O günden sonra bu hatamı bir daha tekrarlamamaya gayret gösterdim. '' 

   Şimdilik kitap hakkında son bir konuya değinmek istiyorum. Kitapta HIV virüsünün sebep olduğu AIDS'in ilk ortaya çıkışı da aydınlatıcı bir şekilde anlatılıyor. AIDS'in henüz adının konulmadığı 1980'lerin başında, ilk vaka doktorumuzun önüne geliyor. Birgün kendinde olmayan ve kimliği belirlenemeyen bir hasta, bir kenarda baygın halde bulunuyor. Önce hastanın uyuşturucu aldığı veya bir turist ise vücuduna bölgeden daha önce karşılaşmadığı bir mikrobun enfekte olduğu düşünülüyor. Yapılan taramalarda bu düşünceleri destekleyen herhangi bir bulgu çıkmadığı gibi tam tersi, sonuçlara göre hastanın son derece sağlıklı olması gerekiyor. Lakin kazın ayağının öyle olmadığı çok geçmeden anlaşılıyor. Kendinde olmayan hastadan doktorun omurilik sıvısı alması üzerine gelen sonuçlar her şeyi açıklıyor. Hastanın omurilik sıvısı ne olduğu belirsiz bolca mikrop kaynıyor. İşte ilk HIV/AIDS vakası böylece rapor edilmiş oluyor. 

    Kitaba dair anlatmak istediğim birçok şey var ama en güzeli fazladan keyif almanız için kitabı okumanız, hem de defalarca, hımm ne dozda mı? madem sordunuz, eh iki senede bir kez olsun bakalım. Keyifli okumalar dilerim şimdiden, keyif alacağınızdan ise en ufak şüphem yok.

    Kitap dışı konulara gelirsem, malum beynine bir kez hava değmeye görsün neler olabileceğini az çok fark ettik, peki ya beyne hava değmeyecek ama beyni geçici süreliğine hava boşluğunda uçurup başka bir yere konduracak olan şu kafa nakli olayı hakkında ne düşünüyorsunuz? İtalyan Doktor Sergio Canavero'nun sunduğu '' GEMINI Prosedürü '' ve ilk kafa nakli gönüllüsü 30 yaşındaki Rus asıllı Valery Spiridonov' un  hazırlığı iki yıl süreceği ve 150 doktor ve sağlık görevlisinin iş başında olacağı ve maliyeti 11 milyon dolar olacağı öngörülen bu nakil sizce başarılı olacak mı? Ben sonuç kadar konunun yol açtığı / açacağı etik ve hukuki tartışmaların da nasıl şekilleneceğini çok merak ediyorum. Konu hakkında daha detaylı bilgiyi Bilim Teknik Dergisi Nisan 2016 sayısında bulabilirsiniz.

Dünyanın ilk kafa naklini yapmayı planlayan Dr. Sergio Canavero
( Not: Eklemeyi unutmuşum, doktorumuz Dr. Frank Vertosick Jr. hastalarının adını hekimin ilgili bilgileri saklama yükümlülüğü gereği değiştirmiş. Madem bir not açtım eklemeden geçmeyeyim, yazarımızın bir de '' Neden Canımız Yanar '' adlı, kalan maceraların farklı bir kulvarda devam ettiği muhteşem bir kitabı daha var. Onu da okumanızı içtenlikle tavsiye ederim. Kalın sağlıcakla. )

Yorumlar

  1. Ellerinize sağlık öedvim katkısı çok büyük çok teşekkür ederim

    YanıtlaSil
  2. Neden canımız yanar kitabını nereden edinebiliriz?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KİTAP 15 # SİLO - HUGH HOWEY

KİTAP 3 # MACERA TÜNELİ 4- UZAY DIŞINDA YOLCULUK- EDWARD PACKARD

KİTAP 48 # AZİZ SANCAR VE NOBEL'İN ÖYKÜSÜ - ORHAN BURSALI